Ecz. Neşe Köysüren

Antik çağlardan bu yana pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış olan güzel ülkemiz tam anlamıyla bir açık hava müzesi ve antik kentler cenneti. Tarihe damgasını vuran büyük ulusların kurulduğu, tarihin seyrini değiştiren büyük savaşların, antlaşmaların yapıldığı bu topraklar hala binlerce yıllık antik kentlere, tarihi eserlere ve arkeolojik kalıntılara ev sahipliği yapmaktadır.

Pandemi koşulları altında yapılmaya başlanan tatil planlarında görmeyenler ya da daha önce ziyaret etmiş olsa da tekrar gitmek isteyenler için antik kentler ve açık hava müzeleri çok iyi bir alternatif.  İşte ülkemizdeki en önde gelen tarihi bölgelerden bazıları:

1 - Efes Antik Kenti

Anne Catherine Emmerich, 19. yy.’da Almanya’da bir rahibeydi ve hastalığı nedeniyle büyük acılar çekiyordu. Sonunda yatağa bağlı kaldı ve 11 yıl ölümüne kadar o şekilde yaşadı. Rahibede stigmata izleri görülüyordu. (Stigmata, kişide hiçbir fiziki sebebi olmaksızın İsa'nın çarmıha gerilişi sırasında vücudunda oluşan yara, lekelerin ve de acının ortaya çıkması). Tek tesellisi Hz. İsa ve Hz. Meryem ile ilgili zihninde gördüğü görüntülerdi. Bu görüntüleri o kadar gerçekçi ve detaylı anlatıyordu ki dinleyenler bu olayları ve yerleri görüyormuş gibi etkileniyordu. Zamanla bu hikayelerin ünü yayıldı ve rahibeyi dinlemek için pek çok ünlü kişi ziyaretine gitmeye başladı. Bu kişilerden birisi olan yazar Clemens Brentano, 5 yıl boyunca rahibenin anlattıklarını not aldı. Rahibenin ölümünden sonra bu notları  ’Anna Catherine Emmerich'in Vizyonlarından Kutsal Bakire Meryem'in Hayatı' adıyla kitap olarak yayınladı.

Yıllar sonra 1881’de, bu kitap İzmir’de yaşayan bazı rahiplerin eline geçti. Kitabı okuyan din görevlileri ayrıntılı tarifleri takip ederek, Efes yakınlarında Bülbül Dağı üzerinde, kitaptaki betimlemelere birebir uyan, ağaçlar arasında saklanmış eski bir kulübeye ulaştılar. Meryem Ana Evi olarak adlandırılan bu ev, Hz. İsa’nın ölümünden 4 sene sonra Havari Yuhanna adıyla bilinen  St. John tarafından Hz. Meryem’in  getirildiği ve son günlerini geçirdiği ev olarak kabul edilmektedir. Havari Yuhanna’nın kendi adını taşıyan İncil’i de burada yazdığı rivayet edilmektedir.

Bu olay Hıristiyanlık dünyasında yepyeni bir buluş olmuş ve tüm dünya din alemine ışık tutmuştur. Müslümanlarca da kutsal sayılan evde Papa VI.Paul’un 1967’deki ziyaretinden sonra her yıl Ağustos ayının 15. gününde ayinler düzenlenmektedir.

Bu kutsal mekan dışında Efes, tarih öncesi dönemden başlayarak Helenistik, Roma, Doğu Roma, Beylikler ve Osmanlı dönemleri boyunca yaklaşık 9000 yıl kesintisiz yerleşim görmüş ve tarihinin tüm aşamalarında çok önemli bir liman kenti, kültürel ve ticari merkez olmuştur.

Dünyanın yedi harikasından biri sayılan Artemis tapınağı (Diana Tapınağı) da bu bölgededir. M.Ö. 550 yılında Lidya kralı Kroisos 'un emri ile bereket tanrısı Artemis için yapılmış olup yüz yirmi senelik bir projenin eseridir. Kroisos "Karun kadar zengin" deyimine konu olan, zenginliğiyle bilinen ve İslâm kaynaklarında geçen adıyla Kârûn’dur.

Yine Efes’te bulunan,Antik Çağ‘dan kalan en büyük üçüncü kütüphane olarak kayıtlara geçmiş olan Celsus Kütüphanesi, Roma İmparatorluğu’nda varlıklı ve güçlü bir senatör olan Celsus Polemaeanus’un adını ölümsüzleştirmek için oğlu tarafından yaptırılmıştır. Yapımı esnasında vefat eden Celsus’un kütüphanenin batı kanadına defnedildiği söylenmektedir. İlk inşa edildiği dönemde 12.000 el yazması parşömen tomarı bulunan kütüphane  kurulduktan yaklaşık 130 sene sonra meydana gelen depremden son derece olumsuz etkilenmiş, eserlerin büyük bir bölümü bu deprem sonrası yok olmuştur.

Daha pek çok tarihi yapının bulunduğu Efes 2015'te UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak tescil edilmiştir.

2 - Bergama Antik Kenti

Yunan mitolojisinde  tıbbın ve sağlığın tanrısı olan Asklepios,Apollon’un oğludur. Apollon oğlunu eğitmesi için yarı at yarı insan Kherion’a verir. Kheiron bütün at adamlar gibi doğanın içinde yaşayan, doğanın sırrına ermiş bir varlıktır.

 Sağlığın kaynağı da doğada olduğuna göre; Kheiron açık havada, güneşin altında şifalı otlardan ve sulardan yararlanma yollarını bilmektedir.  Asklepios böylece Kheiron’un yanında usta bir hekim olarak yetişir, hekimliğin ve cerrahlığın tüm bilgilerini edinir.

Asklepios, elindeki asasını (ki bu asa da bugün bildiğimiz, tıbbın simgesi olan yılan dolanmış asadır.) yanından hiç ayırmaz, gittiği her yere onu da götürür, yorulduğu zaman da ondan destek alır. Daha öteye giderek, ölüleri bile diriltmeye çalışır. Ancak insanların ölümsüz olması fikri hem Zeus'un iktidarını sarsmış, hem de yeraltınının tanrısı Hades'i çok kızdırmıştır. Zeus Asklepios’un başına şimşek fırlatarak onu öldürmüştür. Derler ki o an Asklepios'un elinde reçete yazılı olan kâğıt toprağa düşmüş ve yağan yağmurla üzerindeki yazılar toprağa karışmış. Oradan da her derde deva sarımsak bitmiştir.

Sanat tarihinde sembolize edilirken genellikle bir elinde yılan diğer elinde kase tutmaktadır. Bu kasenin içinde yağ, bal ve buğdayın olduğu düşünülür. Bu yılan ve kase figürleri birleşerek eczacılığın simgesi haline gelmiştir

İşte Helenistik Dönemin ve Roma İmparatorluğu’nun en önemli sağlık merkezleri olan Asklepionlar adını sağlık tanrısı Asklepios’dan almıştır. Asklepion Sağlık Merkezleri uygulanan şifalı su, kaplıca, temiz hava, uyku odaları, hacamat, masaj, aromaterapi, su sesi, müzik dinletisi, telkin, terapi, eğlence, gibi tedavi yöntemleri ile hem fiziksel hem ruhsal iyileşme sağlanan bir şifa tapınaklarıdır.

İzmir‘in Bergama ilçesinde yer alan Bergama Asklepionu da M.Ö. 4. yy’da Antik Roma İmparatorluğu döneminde yapılmış, 9 yüzyıl boyunca şifa dağıtmış önemli bir sağlık- tedavi merkezidir. Galenos gibi ünlü hekimlerinin yetiştiği bir tıp okuludur ve dünyanın ilk psikiyatri hastanesidir. Bergamalı doktorların hastaların rüyalarını yorumlayıp psikoterapiyi kullandıkları görülmüştür.

Asklepeionlardaki hekimlere Rahip-Hekim deniliyordu.Asklepion’un hastaları ve hastalıkları çeşitliydi . Fakat ölüm riski olan hastalar bu sağlık merkezine giremezdi yoksa merkezin iyileştirici gücünün kaybolacağına inanılırdı.  Bu nedenle Bergama Asklepionu giriş kapısında şu uyarının yazdığı rivayet edilmektedir.

«Tüm tanrıların ululuğu adına, bu mukaddes yere ölümün girmesi yasaktır.»

3 - Aphrodisias Antik Kenti

Fotoğraf sanatçısı Ara Güler, 1958 yılında gazeteci olarak bir açılış için gittiği Aydın’dan dönüşte yolunu kaybeder. Bir köyden geçerken köylülerin tarihle iç içe yaşadığını görür. Köyde yaşayan insanlar tarafından Roma sütunları ve mimari parçaları hala kullanılmaktadır. Köyde yer alan her türlü mimari yapı, Roma dönemi eserlerini de barındırmaktadır. Ara Güler, oldukça şaşırır.

Köyün çeşitli yerlerinde fotoğraflar çeker ve İstanbul’a döndükten sonra bu bölgeyi araştırmaya başlar. Fakat bu bölge ile ilgili hiçbir bilgiye ulaşamaz. Çektiği fotoğrafları çeşitli kuruluşlara gönderir ama beklediği ilgiyi bulamaz. En sonunda fotoğrafları Times’a gönderir. Times fotoğrafların renkli olanlarını çekmesini ister ve Ara Güler tekrar aynı köye giderek renkli fotoğraflar çeker. Bu yolla dünya basınına dağıtılan fotoğraflar bir anda büyük yankı uyandırır. Amerika’dan gelen arkeologlar Aydın Geyre’de araştırma yapmaya başladıklarında burasının Roma İmparatorluğu’na ait, tarihi MÖ. 500’li yıllara dayanan ve ismini tanrıça Afrodit’ten alan Aphrodisias antik kenti olduğu anlar.

Aydın ili, Karacasu ilçesi, Geyre Mahallesi sınırları içinde yer alan Aphrodisias Antik Kenti 2009'da UNESCO tarafından 2017'de ise Dünya Mirası olarak tescil edilmiştir.

Bu kent antik çağın önde gelen mimarlık, sanat, heykeltıraşlık ve tapınma merkezlerindendir. Yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda kentte mimarlık ve heykeltıraşlığın yanı sıra tıp ve astronomi alanlarında da çalışmalar yapıldığı belirlenmiştir. Piskopos sarayı, Aphrodite Tapınağı, stadyum, tiyatro, hamamlar, nekropol ve odeon antik kentte görebileceklerinizden.

3-Hattuşa Antik Kenti

Kuşşara Şehri şimdiki Kayseri ili civarlarında M.Ö. 2000 li yıllarda Anadolu’da kurulmuş şehir devletlerinden biridir. Babasının ölümünden sonra tahta çıkan Kral Anitta, tahta çıktığı yıl çıkan isyanların hepsini bastırır ve çevre şehirlere seferler düzenlemeye başlar. Hattuşa Şehrini de uzun bir kuşatmadan sonra fetheder. Ancak umduğu ganimetlere ulaşamadığından şehri yakıp yıkar, talan eder ve bölgede tarımı elverişsiz hale getirmek için tüm bölgeye bir ot tohumu ektirir. Bununla da yetinmeyen Anitta ünlü lanet metnini yazdırır ve der ki;

 “Her Kim bundan sonra Hattuşa’da taş üstüne taş koyar ise, Göklerin Fırtına Tanrısının laneti onun üzerine olsun”.

Ancak Kral Anitta oldukça büyük konuşmuş olmalıdır ki, kendi öz torunu Hattuşili Hitit Devletini kurar ve Hattuşa’yı bu devletin başkenti yapar. Anadoluya ve Mezopotamya’ya hükmeden bu büyük imparatorluğa Hattuşa 450 yıl başkentlik yapar. 

Hattuşa, Fransız Gezgin Charles Texier tarafından 1834 yılında keşfedilmiştir. 1906 yılında başlayan kazılar sonucunda buradaki yerleşimin M.Ö. 2. bin yılında Hitit Devleti’nin Başkenti olduğu anlaşılmıştır.Hititler’in başkenti Hattuşa Çorum’un Boğazkale İlçesi’nde yer almaktadır.1986 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır.

Bölgede çıkarılan  tabletlerde “Bin Tanrılı şehir” olarak söz edilen Hattuşa’da bugüne kadar saray ve tapınaklar, binlerce tablet, oldukça sağlam durumda anıtsal kapılar (Aslanlı Kapı, Kral Kapı, Yerkapı), kralların ikamet ettiği Büyükkale Saray Kompleksi gibi çok sayıda yapı açığa çıkarılmıştır.

Hattuşa Antik Kenti’nde bulunan büyük bir mabette dört tane aslan heykeli, bunların ortasında da ufak bir havuz bulunmaktadır. Kral töreni başlatmak için sol eli ile bu havuzdaki suyu kutsar ve önemli insanlar da kralı takip edip sol ellerini suda yıkadıktan sonra az ilerideki yeşil taşa dokunurlar.

Bu tek parça yeşil renkli taşın nasıl elde edildiği ile ilgili çeşitli rivayetler vardır. En yaygın kabul gören rivayete göre, Mısır firavunu 2. Ramses tarafından başkente hediye edilmiştir.

Ve yine rivayetlere göre taşın üzerinde sol elinizi koyarak bir dilek tutarsanız dilekleriniz kabul olur. 

5- Nemrut Dağı

1.Antiochus tahtta olduğu süre içerisinde Krallığı Kommagene’yi ekonomik ve kültürel yönden en üst seviyeye çıkarmıştır. Küçük ama güçlü krallığı M.Ö. 109 yılında babası Kral Mithridates Kallinikos kurmuştur. ‘Mağlup eden, muzaffer’ anlamına gelen ‘Kallinikos’ ünvanını ona halk vermiştir. Pers asıllı Kral Mithridates, Makedon asıllı ve uzaktan Büyük İskender’e akraba olan bir prensesle evlenerek farklı topluluklardan meydana gelen, ayrı inanç ve kültüre sahip bir krallık kurmuştur. Buna rağmen barışı ve huzuru sağlamada çok başarılıdır.

1.Antiochus, Pers bir baba ve Makedon bir anneye sahip olduğu için  batı ve doğu arasında köprü olmuştur. Tanrılara ve atalarına minnetini göstermek için yaptırdığı heykellerde Pers ve Zerdüşti figürler, Yunan tanrılarıyla karışmıştır. Nemrut Dağı’nda aynı heykellerden 2 grup bulunmaktadır. Bir grup heykel güneşin doğuşunu, diğer grup da batışını selamlayacak şekilde yerleştirilmiştir. Tanrıların tasvir edildiği beş heykelin arasında I. Antiochos’un heykeli de yer almaktadır. Aynı zamanda Kommagene Kralı I. Antiochus, kendisini yaşayan Tanrı ilan ederek ölümsüzleşmeyi hedefleyerek kendisi için bir Tapınak (Anıt Mezar) inşa etmiştir.

Nemrut Dağı’nın zirvesinde güneşin doğuşu ve batışı bir başkadır. Çok yüksek olduğu için güneş doğarken çok daha büyük görünür ve her yer daha fazla kızıl olur. Birkaç dakikalığına her şey sessizliğe bürünür, sanki zaman durur. Sırasıyla aydınlanmaya başlayan heykeller o an orada tanrılarla ve krallarla birlikte olduğunuz hissini verir. I. Antiochus da bu büyüleyici manzaradan çok etkilenerek tapınağını tanrılara layık bu yere yapmaya karar vermiş ve bu şekilde kendisinin de tanrı mertebesinde görülmesini sağlamaya çalışmıştır.

Kommagene Krallığı’nın tarih sahnesinden silinmesiyle Nemrut Dağı’ndaki eserler yaklaşık iki bin yıl boyunca yalnızlığa terk edilmiştir. 1881 yılında yöreyi görevli olarak gezen Alman mühendis Karl Sester, Nemrut Dağı heykellerine rastlamış ve İzmir’de bulunan Alman Konsolosu’nu, haberdar etmiştir. 1882 yılında Otto Puchstein ve Karl Sester Nemrut’ta inceleme yapmıştır. Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) Müdürü Osman Hamdi Bey 1883 yılında bir ekiple gelip Nemrut’ta çalışmıştır. Doğu ve Batı Terası’nda heykellerin tahtlarını oluşturan taş blokların arkasında Grekçe yazılmış, I. Antiochos’un vasiyetnamesi niteliğindeki  237 satırlık uzun bir kült yazıtı (nomos) bulunmaktadır.

Dağın içinde mezar olduğu düşünülen bölüme hala ulaşılamamıştır. Gelişen teknolojiye rağmen altında mezarın olduğu tahmin edilen tümülüse zarar vermekten endişe edilmektedir. Teorilere göre dağın içine doğru eğimle devam eden bir kayaya oyulmuş tünel mezar odasına açılmaktadır. Bu kadar gizli korunmasından dolayı bilim insanları bu bölümün içinde çok önemli belgeler olduğunu düşünmektedir.

Nemrut Dağı, 1987 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’nde kültürel varlık olarak yerini almıştır.

 

 

Ecz. Neşe Köysüren

nesekutlu05@hotmail.com

 

 

Kaynakça

https://kvmgm.ktb.gov.tr/TR-44404/efes-izmir.html

https://www.hzmeryemanaevi.com/

https://muze.gov.tr/muze-detay?SectionId=ASK01&DistId=ASK

https://tr.wikipedia.org/wiki/Asklepios

https://aydin.ktb.gov.tr/TR-64400/afrodisias.html

https://corum.ktb.gov.tr/Eklenti/62253,turkcebaskikkkpdf.pdf?0

https://tr.wikipedia.org/wiki/Asklepios

https://tr.wikipedia.org/wiki/Asklepion

https://arkeofili.com/ara-gulerin-gozunden-tum-ayrintilariyla-aphrodisias-1958/

https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/corum/gezilecekyer/hattusa

https://www.kulturportali.gov.tr/portal/nemrutdagi

https://www.kalkinmakutuphanesi.gov.tr/assets/upload/dosyalar/c9c7497c0c2eaa9a6678839833a579761966.pdf

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/759763



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat