Çocukluğum Zonguldak’ın madenci köyü Dilaver’de geçti. Madende çalışan kara benizli madencilerle büyüdüm. Binlerce madenci işci bakkalımızdan alışveriş yapardı.

Dilaver’in her yanında maden ocakları vardı. Her vardiya binlerce maden işcisi kazmalarıyla madene girer, sekiz saat kömür kazardı. Ben, daha on yaşlarında çocuk, madene giren her müşterimizin dışarıya çıkımasını beklerdim. Çıkamayanları gördüm. Avni Ay abim yarım kilo üzüm, yüz gram beyaz peynir, yarım ekmek alıp gitmiş madene. Sanki pikniğe giyordu. Dönmemişti Avni abi. Madende ölen ilk abim Avni abimdi. Sonra bir sürü abim daha öldü madenlerde.

Ölüm haberleri hep geldi madenlerden. Kozlu, Üzülmez, Gelik, Dilaver, Soma, Amasra.  Ben her duyduğumda hep ağladım. Hep üzüldüm. Orhan Veli’nin “Yüz karası değil, kömür karası” şiiri de avutmadı beni.

En sevdiğim çocukluk arkadaşım Mustafa Salman’ı da bir göçük sonucu maden kazasında kaybettik. En son görüştüğümüzde anlattığım fıkraya ne çok gülmüştü canım Mustafa.

Madenlerde insanlar ölür. Bizler üzülürüz. Ölenlerin eşi, çocukları, annesi, babası neler hisseder bilemeyiz.



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat