Trabzon Eczacı Odası Başkanı Ecz. S. Tekin ÇAĞLAR’ ın TEB Bölgelerarası Toplantısında yaptığı yankı uyandıran konuşmanın tam metnini aşağıda yayınlıyoruz:
“…Mustafa Kemal’den kim ne isteyebildi? Kurtuluş Savaşında İstanbul Boğazına it sürüsü gibi işgalci gemileri doluşmuştu. Bu gemileri Sirkeci rıhtımından gören Gazi Mustafa Kemal: "Geldikleri gibi defolup gidecekler" demişti. Ve gönderdi de. Bu sözler; Kendi ayakları üzerinde duran, omuzlarının üstündeki dik başın ağzından çıkan sözlerdi! Türkiye Cumhuriyetine böyle bir siyasi irade, Eczacılara da böylesi bir örgüt yönetimi lazımdır…”
Sayın Meslektaşlarım,
Uzun yıllar boyunca Konsolide Bütçeye Tabi Kurum ve Kuruluşlar, Katma ve Özel Bütçeli Kuruluşlar, Belediyeler, Emekli Sandığı, Bağkur ve SSK ile kimi zaman tartışmalı, kimi zaman ılımlı, kimi zaman dargın, kimi zaman barışık bir süreç yaşadık. Bu sürecin en önemli dönüm noktası SSK hastanelerinin kapatılması ve SSK hastalarının tamamının serbest eczanelerden ilaç almasıydı. Yeşil Kart ile bir başka sayfa açıldı. Ve elbette ki çok önemli bir dönemeç de ES, BağKur ve SSK nın bir araya gelmesi, nihayetinde tüm resmi kurum ve kuruluşların SGK çatısı altında toplandı.
Bu süreç kaçınılmaz bir şekilde gelişmiş ve olması gerektiği gibi doğru bir şekilde sonuçlanmıştır.
Değerli meslektaşlarım, Hiç kimse eczacılara lütufta bulunmak için SSK hastanelerini kapatmadı, eczacılar para kazansın diye yeşil kartı icat etmedi.
Tüm bu gelişmeler devletin var oluş nedeni ile insanlığın ihtiyaçlarından kaynaklanmaktadır.
Çünkü, insanlığın en temel ihtiyacı güvenliktir. Devlet kavramı da bu ihtiyaçtan, güvenlik ihtiyacından doğmuştur.
Yanı devletin birinci varlık nedeni, bireylerine güvenlik ama her türlü güvenliği sağlamaktır.
Güvenlik kavramı sadece can güvenliği demek değildir.
Sosyal güvenlik de bunlardan bir tanesi hatta en önemli ve en temel görevidir.
Ne yazık ki; şu anda olduğu gibi, tarihin her döneminde devletin, var oluş gerekçesi ile çelişerek, zaman zaman zorbalaştığı görülmüştür. Aynı şimdi olduğu gibi.
Bu zorbalık karşısında bizler de, tüm evrendeki insanlık gibi biteviye bir uysallık ya da kaos tercihi arasında sıkışıp kalmaya zorlanıyoruz.
Ama artık tahammülümüz kalmamıştır. Bu baskıya karşı koymamız direnmemiz gerekmektedir. Direnmeyi sadece kavga olarak algılayamayız.
Baskıya karşı durmanın ve direnmenin şiddet içermeyen yönleri de vardır.
Bizim bu noktada yapmamız gereken; kanunsuz işlemlere karşı yapılan direnmedir ki evrensel hukukta buna nefsi müdafaa denilmektedir.
Devlet, hiçbir şekilde kabul etmediğimiz bu olumsuz tavrını, yaşadığımız bu zor süreçte de göstermiştir. Burada asıl sorulması gereken soru şudur; devletin mesleğimize yönelik baskıcı tavırlarına alıştık da, bizleri yönetmekle yükümlü olan sizler, bu kritik süreçte taşıdığınız sorumluluğa uygun hareket ettiniz mi?
Türk eczacılık tarihinde iki defa kapatma eylemi yapılmıştır. 15 Ocak tarihli kapatma eylemi Büyük Kongre’de karara bağlanmış, Kongre sonrası Odalar tarafından alınan bu karar eczacılar ve oda kadroları ile paylaşılarak geliştirilmiş, daha sonra düzenlenen Başkanlar Danışma Kurulunda tüm yöneticiler tarafından her türlü boyutu değerlendirilerek karara bağlanmıştır. Yani tüm örgütün katıldığı bir süreçten geçilmiştir. O kapatma kararının sonuçları ile kapalı kapılar ardında alınan son kapatma kararının sonuçları arasındaki fark bugün açıkça ortadadır.
Sizler eczacılık alanında radikal kararları dar kadrolar içinde planlayıp örgüte tebliğ ettiniz. Örgütte tartışılmadan, odalarla paylaşılmadan alınıp tebliğ edilen bu kararlar sonucunda yapılan eylemlerin de halk nezdinde itibarımızı sarsmaktan ve kamu ile gerginliği tırmandırmaktan (ve belki de seçimli genel kurul arifesindeki örgütümüzü meşgul etmekten) başka bir işe yaramadığı ortadadır.
Bütün bu emrivakilere rağmen, yaşamakta olduğumuz bu kritik süreçte, odalar ve eczacılar her tebligatınızı sorgulamadan ve eleştirmeden harfiyen uygulayarak sizlerin gösteremediği örgüt bilincini göstermişlerdir.
Ama biz hala bu çatı altında tartışıp özeleştiri yapmak mekanizmasını bir türlü çalıştırmadık.
Biz; 4 Aralık eczane kapatma eyleminin karar alınış yöntemini, önce iki gün kararı alınıp sonra bir güne indirilmesinin gerekçelerini ve sonuçlarını konuşmadık.
Biz, zamansız yapılan İlaç fiyat indirimi eyleminde yediğimiz aç gözlü damgasını konuşamadık.
Biz hala İTS konusundaki, haklılığını ifade edemeyen mahçup tavrınızın gerekçelerini öğrenemedik.
ITS konusundaki yanlış üslubunuz yüzünden düştüğümüz durumları, yediğimiz soyguncu damgasını da konuşmadık.
Geçen hafta yaşadığımız süreci hatırlayalım. 31 Mayıs 2010 gece yarısı TEB’ne yapılan son dakika bilgilendirmesi ile yine bir son dakika ertelemesi yaşadık.
Son zamanlarda çok sık tekrarlanan bu olaylar, mesleğimizin ve meslek örgütümüzün, kamu tarafından ciddiye alınmadığının açık bir göstergesidir.
Şimdi örgüt olarak iç hesaplaşmamızı yaparak, geldiğimiz bu noktayı değerlendirmek durumundayız.
Yaşadığımız olumsuz gelişmelerin tüm sorumluluğu size aittir ve örgütümüze verdiğiniz zararları telafi etme yükümlülüğünüz vardır, ancak bugüne kadarki performansınıza baktığımızda daha fazla zarar verebileceğinizden korkuyoruz.
Sizler; sahip olduğunuz gücü, iletişim kurma, sorun çözme ve çözüm üretme noktasında yeteri kadar kullanamadığınız gerçeğiyle yüzleşmek zorundasınız.
Üslup ve yöntem konusunda dengeyi sağlayamamanız, ‘’Diplomasi’’ adı verilen sanatı yeteri kadar icra edememeniz ve kriz yönetimi hususunda yetersiz kalmanız bizleri şu anda bulunduğumuz noktaya getirmiştir.
Sorunlara çözüm sağlamak için kullanmanız gereken enerjinizi İnternet ve forum sitelerinde yer alan her eleştiriye karşılık vererek heba ettiniz.
Kurumsal kimliği olmayanları muhatap kabul etmek hatasına düşerek kurumsal yapımızı önemli ölçüde aşındırdınız.
Kamudan gelen tek taraflı, haksız, yanlış, eczacıyı ve halkı mağdur eden dayatmalara karşı gerekli tavrı sergileyemediniz. “OLMAZ’’ ile başlayan, ilaç vermeyiz, sistemi tıkarız, asarız ve keseriz diye devam eden üslubunuz sebebiyle, özü itibariyle tamamen haklı olduğumuz konularda bile ifade sorunu yaşamamıza neden oldunuz.
Nedendir bilinmez Merkez Heyetimizde son dönemlerde bir diyafram sorunu yaşanmaktadır. Nefes alıp vermekle ilgili bir sıkıntımız var. Artık biz her şeyi refleksle yapıyoruz. Aklı selim, kırk defa ölçüp bir defa biçmek, sakin olmak, derin bir nefes alıp sonra cevap vermek yok. Geç kalmayalım diye garip bir yaklaşımla esip gürlüyoruz.
Değerli yöneticilerimize hatırlatmak isteriz ki; örgüt yöneticiliği okul münazarası değildir, kişisel duyguları kıraathane üslubuyla anlatma yeri hiç değildir.
Kıraathane üslubu ve mantığındaki, “ağzının payını vermek” tavrından lütfen artık vazgeçiniz.
İşte bu dengeden yoksun üslubunuzun sonuca yönelik olmadığı gelinen süreçte açıkça ortaya çıkmıştır.
Karşılıklı olarak kırıp dökmeye dayalı ilişkiler sonucunda eczacıların kayıpları ne yazık ki maddiyatla sınırlı kalmamış mesleki itibarları da kamuoyu nezdinde onarılması olanaksız yaralar almıştır.
Sayın Merkez Heyeti Üyeleri, 25000 eczacının sizlerden beklentisi, hak ettikleri saygının kendilerine gösterilmesini sağlamanızdır.
Bu süreçte Oda yöneticileri de bilgi yoksunluğu sendromu yaşamışlardır. TEB resmi sitesinden yayınlanan, odalara faxlanan, mail ile gönderilen süreci anlatan, durum tespiti yapılan ama sonucunda çözüme yönelik bilgi içermeyen sayfalar dolusu yazılar yordu bizi.
Bakan bu konuda talimat verdi, müsteşar konu ile çok ilgilendi, konu hakkında yetkilileri bilgilendirdik, gerekli çalışmalar tarafımızdan yürütülmektedir uslubundan vazgeçiniz. Bizler bu niteliksiz bilgi akışını artık istemiyoruz.
Bizleri hafife alan ve ciddiyetten uzak talimatları da istemiyoruz. Önce karekodlu ilaç bedellerini ödemeyin diyorsunuz, sonra depo müdürleri ile görüşün kare kodlu ürün sattırmayın diyorsunuz peşinden de karekodsuz ilaçları eczanenize sokmayın diyorsunuz. Bunlar yetmiyormuş gibi en sonunda karekodsuz ilaçları depolara iade edin, almayız derlerse yazılı olarak almadıklarını belgeleyin diyorsunuz.
Bizler bu üslubu gerçekten hak etmedik.
Siyasetçi ve bürokratları, diyalog kapısını kapatmakla suçlayan, kamuoyunun sesini dinlemedikleri için eleştiren Merkez heyetimizin kendi tabanı ile yaşadığı bu kopukluğu siz nasıl izah edebilirsiniz.
Sayısal çoğunluğa sahip olmanın, iktidarlara her istediğini yapmak hakkını verdiğini düşünen ve bu düşünceyle hareket eden bir Merkez Heyeti’nin benzer bir tavır sergileyen kamuyu eleştirmesi ciddi bir çelişki değildir de nedir.
Demokrasilerde çoğunluğun desteğini alan grup o güruhu yönetme hakkına sahip olur ancak, oy çokluğu kayıtsız şartsız bir teslimiyeti ifade etmez.
Konumunuz ve durumunuz ne olursa olsun, ne kadar büyük bir desteğe sahip olursanız olun, kongrede aldığınız oy, sizi destekleyen oda sayısı kaç olursa olsun bazı icraatlarınızın içimize sinmediğini açıkça söylemek durumundayız.
Bizler kongre sonrası örgüt disiplini adına savunduğumuz gönüllü itaat noktasından bu kadar da olmaz noktasına gelmiş bulunmaktayız
Bizden artık körü körüne itaat beklemeyin.
Çünkü bizler; yaşadığımız bu süreçten meslek örgütümüzün de ağır hasarlarla çıktığı düşüncesindeyiz.
Birliğimizin ve gücümüzün temsilcisi olan TEB’ni çaresizlik içinde görmek bizleri derinden yaralamaktadır. Birlik yöneticilerimizin elinde her türlü imkan vardır. Eksik olan doğru planlama yapma ve doğru iletişim metodunu seçme yetisidir. 18. Bölge Trabzon eczacı odası adına mesleğimizin ve örgütümüzün bir nebze olsun irtifa kaybetmesine tahammülümüz kalmadığını açıkça ifade ediyorum.
Bu örgütte dün biz vardık, bugün sizler varsınız, yarın belki sizler, belki tekrar bizler, belki de bir başkaları olacaktır.
İlaç, eczacılık ve halk sağlığı adına bizim açımızdan “kutsal” sayılacak tek mabet Türk eczacıları Birliği ve onun kurumsal kimliğidir. Ve Bu çatıdan tek kiremit sökmeye çalışan karşısında bizleri bulacaktır.
Bu nedenle; Merkez heyetinin politikalarını eleştirme niyetiyle dile getirilen ancak amacını aşarak Türk Eczacıları Birliği’nin kurumsal yapısına zarar verme noktasına gelen yaklaşımları doğru bulmadığımızı belirtmek istiyoruz.
Ayrıca meslek örgütü içindeki tartışmaların kamuoyu önünde yapılmaması gerektiğinin bir kez daha altını çiziyoruz.
Ancak Merkez heyeti yönetiminin de gerek bazı yazılarda ve gerekse toplantı açılış ve kapanış konuşmalarında, kendilerine yapılan eleştiriler karşısında kullandığı tehditkar üslubu ve baskıcı yaklaşımı da tümüyle reddediyoruz.
Unutmayalım ki; Ağacı yaralayan baltanın sapı da ağaçtandır ama ağaç düşerken son bir hamle ile yine bir başka ağaca yaslanır.
Niye bunlar başımıza geliyor deyince ülkemizin dünyadaki genel görünümüne bakmamız gerektiğini düşünüyoruz. Bu açıdan baktığımızda bir yandan AB’nin, öte yandan ABD’nin ülkemize talimatlar yağdırdığını fark ediyoruz. Ekonomide, siyasette, özellikle sağlıkta özetle her alanda kontrolün bizde olmadığı açıkça görünmektedir.
Onlar bizi ileri karakolları, çıkarlarının bekçisi ve deneme tahtası olarak görüyorlar. Gerçi çok da haksız sayılmazlar. Biz öyle bir hale geldik ki; bir taraftan Müslüman olmakla övünürken öte yandan komşumuz Irak’taki camilerin bombalanmasına alkış tutan bir ülke olduk.
Bize dayatılan İTS modelinin dünyanın hiçbir yerinde olmaması, bizdeki sonuçlara göre diğer ülkelerde uygulanıp uygulanmayacağına karar verilecek olması, yukarıda anlattığımız durumun bir göstergesidir.
Bizden çok şey istiyorlar ama sağlam duran, dik oturuşlu, şahin bakışlı Venezüella’dan, Bolivya’dan, Küba’dan böyle bir şey istenebiliyor mu?
Mustafa Kemal’den kim ne isteyebildi? Kurtuluş Savaşında İstanbul Boğazına it sürüsü gibi işgalci gemileri doluşmuştu. Bu gemileri Sirkeci rıhtımından gören Gazi Mustafa Kemal: "Geldikleri gibi defolup gidecekler" demişti. Ve gönderdi de. Bu sözler; Kendi ayakları üzerinde duran, omuzlarının üstündeki dik başın ağzından çıkan sözlerdi! Türkiye Cumhuriyetine böyle bir siyasi irade, Eczacılara da böylesi bir örgüt yönetimi lazımdır.