Eczanemden içeri girerek elini uzatan ve “Sabih abi nasılsın” diyen herkes, benim nazarımda samimiyet testinden geçememiş kabul edilir. Çünkü eczane camına bakarak bana adımla samimi bir şekilde hitap eden kişi, ön ismimi babamın Gaziantepli kuzenleri dışında kimsenin kullanmadığından bihaberdir dolayısıyla da eczaneye ilk defa geliyordur. Bir de önemli bir iş için ilk defa tanıştığım biri ile el sıkıştıktan sonra ona belli etmeden avuç içimi koklarım. Bir dostumdan öğrendiğime göre böylesi önemli görüşmeler öncesi avuç içine parfüm sıkarak sizde güzel bir koku ile iyi bir izlenim bırakmak sık kullanılan bir yöntem imiş. Doğal olarak da bu ve benzeri yöntemler ile samimiyet testini geçememiş insanlar ile gerek iş hayatımda gerekse özel hayatımda paylaşımlarda bulunmak, benim için pek olanak dâhilinde değildir. Demem odur ki; samimiyet testi benim hayatımda çok önemli yer tutar.

     Samimiyet testinin birçok türü, yöntemi ve de sonuçları vardır. 15 Temmuz sonrasında, samimiyet testine verdiğim önemin ne kadar yerinde olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Eczacı Odasında görev yaptığım dönemlerde malum çevre adına bizlerle kanlı bıçaklı kavga edenlerin, 16 Temmuz’dan itibaren ellerinde devasa bayraklar ile akşam nöbetlerinde en ön saflardaki görüntülerini ve sosyal medya paylaşımlarını görünce, iyi ki bu insanlar samimiyet testimden geçememiş diye sevindim.

Meslek örgütümüz içinde de samimiyet testi yapılması gerektiğine inanırım. TEB 38. Büyük Kongresindeki konuşmama “bu kongre bir şey olmak isteyenler ile bir şey yapmak isteyenlerin yarışacağı bir kongre olacaktır”  diyerek başlamıştım ki hala bu tespitimin arkasında duruyorum. Aynen dediğim gibi oldu ve halen de öyle devam ediyor. 

İstanbul Eczacı Odasının 15 Temmuz sürecinde yaptığı açıklama sonrasında yaşananlar da samimiyet testine tabi tutulmalı. Hem de artık sosyal medyadan yönetilen bir örgüt olduğumuzu unutmadan. Fazlar hemen ayrıldı,  destekleyen odalar, desteklemeyen odalar, muhalefet şerhleri, çekinceler, fake hesaplardan yapılan yorumlar ve “sahibinin sesi” yorumcular ile doldu ortalık. 

Yapılan açıklamanın sorumluluğu o açıklamaya imza atanlarda olduğundan içerik konusunda yorum yapmayı doğru bulmuyorum. Ancak yaşanan bu krizi fırsata çevirmeyi ise hiç doğru bulmuyorum. Destek deklarasyonuna imza atmayanlara söyleyecek lafımız olmaz. Eczacı Odası Yöneticileri kendi değerlendirmeleri sonucunda bir karar vermişseler kurumsal kimliklerin verdiği kararları eleştirmeyi kendi adıma doğru bulmam. Bu noktada, samimiyet testinin, destek deklarasyonuna imza atma noktasında "mış gibi yapanlara" uygulanması gerektiği düşüncesindeyim.

Bütün bu tartışmalardan ayrı olarak, bu konu ile ilgili yapılacak tek yorum; demokrasi ve özgür irade ile yapılan seçimlerin en doğru tercih olduğudur. Darbenin her türlüsüne şiddetle karşı olmalı, seçimle gelen seçimle gider demeliyiz.

Hazır yeri gelmişken; “Türk Eczacıları Birliği çatısı altında 54 Eczacı Odası, 32.000 eczacı tek yürek” söylemi ile yüzleşmek gerektiği düşüncesindeyim. Eczacılar Birliğinin siyasi parti olmadığını, farklı görüşten insanların oluşturduğu bir meslek örgütü olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Örgüt içindeki iktidar kavgasının da bu farklılığı derinleştirdiği gerçeğini unutmayalım. Nasıl ki bu ateşin altına iktidarda kalmak isteyenler ile iktidar olmak isteyenlerin sürekli odun attığını unutmuyorsak. 

Bir de şöyle düşünelim, yöneticilerimiz her şeyi yanlış yapıyor da dışarıda kalanlar hayatları boyunca her şeyi doğru mu yaptılar hiç mi özür dileyecek hataları olmadı? Empati yapmayı ayıp sanarak, kendisinde ve ekibindeki yanlışlıkları yok sayarak klavye başında oportünizm batağına saplananlara söylenecek tek söz vardır; “Fare deliğe sığmamış, bir de kuyruğuna kabak bağlamış.”

Bizler, yalnızca yöneticileri yıpratmak üzerine kurgulanmış eleştiri anlayışının kimseye bir şey kazandırmayacağını iyi biliriz. Sizler de sizden öncekilerin tamamlamaya zaman bulamadığı işleri kendiniz başarmışçasına sahiplenmenin de size bir şey katmayacağını çok iyi bilmelisiniz.

Ayrıca, dün sorumlusu olduğunuz, içinde yer aldığınız, fikir noktasında katkı verdiğiniz taslak projelerin, sizden sonraki dönemde hayata geçmiş halini, sırf bugün yoksunuz diye eleştirip karalamaya kalkarsanız en hafif deyimi ile kendinize yazık edersiniz.

Yani dememiz o ki; Biz kırk kişiyiz, birbirimizi iyi biliriz, duvarın dile gelmesine gerek kalmadan da kimin sahtekâr olduğunu fark edebiliriz.

Bir gün köye bir adam gelmiş, köylülere peygamber olduğunu söylemiş. Köylüler, "Biz sana inanmıyoruz" demişler, peygamber olduğuna inanmıyoruz, ispat et!" Adam, karşıdaki duvarı göstermiş, "Eğer bu duvar konuşur da benim peygamber olduğumu söylerse o zaman inanır mısınız?" diye sormuş, "İnanırız" demişler. Adam duvara dönmüş ve "Konuş ya duvar" demiş, "konuş ve benim peygamber olduğumu söyle." Bunun üzerine duvar dile gelmiş ve "Ey köylüler, bu adam peygamber değildir" demiş, "bu adam sizi aldatıyor, peygamber değil!"
Engereğin Gözü - Zülfü Livaneli

 

t.caglar@eczacininsesi.com

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat